Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş başkanlığında toplandı.
Komisyonun 14'üncü toplantısında, Türkiye'nin terörle mücadelesinde büyük bedel ödemiş emekli subaylar, astsubaylar, uzman jandarmalar ve uzman erbaşlar tarafından kurulan derneklerin ve bazı sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri dinlendi.
Toplantının ikinci bölümünde de Medeniyetler Beşiğinde Yakınlarını Kaybeden Aileler ile Yardımlaşma Dayanışma Birlik ve Kültür Derneği (MEBYA-DER) Batman Şube Başkanı Nezahat Toprak Hasan, MEBYA-DER Diyarbakır Şube Başkanı Ramazan Dengiz, Demokrasi ve Birlik Derneği (DEMBİRDER) Genel Başkanı Mehmet Metiner, Kamusal Politika ve Demokrasi Çalışmaları Derneği (PODEM) Yönetim Kurulu Üyesi Oral Çalışlar, Hak İnisiyatifi Derneği Genel Başkanı Fatma Bostan Ünsal ile Hak İnisiyatifi Derneği Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Akif Koçer, Barış Vakfı Başkanı Hakan Temel Tahmaz ve Toplumsal Mutabakat Derneği (TMD) Başkanı Mahmut Şimşek değerlendirmelerde bulundu.
Toplantıda söz alan bir sonraki isim Demokrasi ve Birlik Derneği Genel Başkanı, eski AKP Milletvekili Mehmet Metiner oldu.
Konuşmasına "Tarihi bir görev ifa eden "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu" olarak ülkemizin en önemli sorununun çözümü konusunda görüşlerimizi dinlemeye değer bulduğunuz için Demokrasi ve Birlik Derneği'miz (DEMBİR DER) adına yüce heyetinizi en kalbi teşekkürlerimizle birlikte saygıyla selamlıyoruz"diyerek başlayan Metiner,demokratikleşmenin silah bırakmanın şartı değil sonucu olduğunu belirterek konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
"İNKARDAN KABULE, TERÖRDEN BARIŞA"
Biliyorum, yüce heyetiniz sorunu bilen birbirinden değerli milletvekillerinden oluşuyor.
Pek çok değerli kişi ve kurum temsilcilerini de dinlediniz.
O yüzden bilinenleri tekrar etmenin manası da, gereği de yok.
Konuşmamın başında şu tarihi gerçekliğe değinmeyi bir borç biliyoruz.
Geçmişte bir inkar sorunumuz vardı.
İnkardan kaynaklanan bu sorun süreç içinde silah sorununa dönüştü. Başka bir deyişle, dağ sorununa dönüştü.
Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakan olduğu dönemde inkar sorunu tarihe gömüldü.
Ama silah/dağ sorunu varlığını sürdürdü.
PKK lideri Abdullah Öcalan "İnkar biterse isyan biter!" demişti.
Ama inkarı sonlandıran devlet/hükümet iradesi AK Parti iktidarı döneminde ortaya çıktığı halde isyan bitmedi.
"Terörsüz Türkiye", inkardan kabule evrildiğimiz yeni Türkiye'de hepimize kazandıracak ve ülkemizi tarih sahnesine güçlü bir biçimde çıkartacak kapsayıcı ve ileri demokratik adımlar atmamızı önündeki ikinci engeli bütünüyle kaldırma isteği ve iradesiyle ortaya çıktı.
İlk denemenin başarısızlığı hepimize ve ülkemize kan kaybettirdi.
Aramıza fitne salarak asırlık kardeşliğimizi ve birliğimizi temelli bozmak isteyen güçlerin oyununu bozmak için cesur olmaya ihtiyaç vardı.
Liderlik cesaret ister.
Geçmişteki başarısızlıktan ürkerek adım atmaktan kaçınanlar tarih yazamazlar.
MHP'nin bilge lideri Sn. Devlet Bahçeli bu cesareti gösterdi.
Geçen yıl 1 Ekim 2024'te meclis açılışında el sıkarak başlattığı hamleyi 22 Ekim 2024'te doğrudan PKK liderine yaptığı cesur çağrıyla taçlandırdı.
Sn. Bahçeli'nin PKK'nın feshi ve silah bırakması yönündeki tarihi çağrısına Öcalan 27 Şubat'ta olumlu cevap verdi.
Tam da Sn. Bahçeli'nin istediği türden bir cevaptı bu.
Öcalan örgütüne artık varlık nedenini yitirip anlam yoksunluğuna düştüğünü hatırlatarak koşulsuz şartsız kendisini feshedip silahlarını bırakmasını söylüyordu.
Öcalan'ın bu tarihi çağrısı yeni bir paradigmaya yaslanıyordu.
O paradigmanın amacı da şu sözlerle netlikle ortaya konuyordu: "Devlet ve toplumla bütünleşmek."
Yani Öcalan devlet ve toplumla bütünleşmek için silahların koşulsuz bırakması talimatını veriyordu.
Burada herkesin dikkatine sunmakta yarar gördüğümüz diğer konu da, bu silah bırakma talimatının PKK'nın tüm unsurlarını ve bileşenlerini kapsamasıydı.
Bu iki husus, yeni sürecin, kalıcı bir barışa evrilmesini sağlayacak temel unsurlardandı.
Bu bir al-ver süreci değildi.
Bir pazarlık süreci değildi.
Bir yenme-yenilme süreci de değildi.
Sayın Devlet Bahçeli'nin cesaretle başlatıp Sn. Cumhurbaşkanınız Recep Tayyip Erdoğan'ın da güçlü ve kararlı bir biçimde devlet projesine dönüştürdüğü gönüllü bir entegrasyon süreciydi bu.
Öcalan bu gönüllü entegrasyon sürecine tam da Sn. Bahçeli'nin istediği yanıtı vererek tarihi bir fırsatın yeniden ortaya çıkmasını sağladı.
Bu aslında pozitif anlamda bir al-ver süreciydi.
Silah yerine siyasetin, ölüm yerine hayatın ikame edileceği bir al-ver süreci, herkese kazandıracak bir barışın da temelini oluşturuyordu.
"SİLAH BIRAKMANIN ŞARTI DEMOKRASİ Mİ?"
Saygıdeğer Heyet Üyeleri,
Öcalan'ın 27 Şubat çağrısında açıklıkla ortaya konulduğu üzere silah bırakmanın şartı yoktu.
Öcalan ayrı ulus-devlet, etnik temelde federasyon ve özerklik talebinin yanısıra çözümsüzlüğe yol açabilecek kültüralist talepleri dahi amaç dışı bırakan yeni paradigmasıyla sorunun kalıcı çözümünü mümkün kılacak yeni bir fırsat sunuyordu.
Öcalan'ın örgüt mensupları için ortaya koyduğu tek amaç, "devlet ve toplumla bütünleşme" amacıydı.
Bunun için gerekli olan siyasi ve hukuki altlığın oluşturulmasına yaptığı vurgu, silah bırakmanın şartı değil, amaç olarak ortaya konan gönüllü bütünleşmenin sağlanması içindi.
Örgütünün Öcalan'ın çağrısıyla fesih ve silah bırakma kararı alması ve akabinde silah yakma töreniyle bunu bütün bir dünyaya duyurması, tarihi bir fırsatı tarihi bir kazanıma dönüştürme şansını önümüze koyuyordu.
Sn. Cumhurbaşkanımızın "Sürecin son düzlüğündeyiz" dediği ve Sn. Bahçeli'nin takdir ve teşekkürle karşıladığı bu süreç, "Terörsüz Türkiye" projesine dair umutlarımızı çoğalttı.
Bu sürecin kuşkusuz iki ayağı vardı.
Birincisi, fesihle birlikte silahların yakılıp gömülmesi.
İkincisi, güçlü demokratik hamlelerle Büyük Türkiye'nin, başka bir deyişle, "Türkiye Yüzyılı"nın inşası.
Bu konuda hem Sn. Cumhurbaşkanımızın hem Sn. Bahçeli'nin "Türkiye Yüzyılı'nı birlikte inşa edeceğiz!" söylemi, nirengi önemdedir.
Sn. Cumhurbaşkanımızın "Biz farklılıklarımızla birlikte Türkiye'yiz" söylemi ile Sn. Bahçeli'nin "Hepimiz eşitiz Türkiye" söylemi, sürecin başarıyla hitamından sonra gerçekleşecek olan "Türkiye Yüzyılı"nın asıl amacını ve hedefini işaretliyordu.
Burada yanlış anlaşılmaması için iki önemli noktaya değinmekte yarar görüyoruz.
Birincisi, demokratikleşme, silah bırakmanın şartı değil, sadece sonucudur.
Demokratikleştirme herkes/hepimiz için ve pek tabii ülkemizin güçlü geleceği için gerekli olan her şeyin yapılmasıdır.
Güvenlik sorunu olmadığında bu adımların atılması hem sosyal barışımızı, hem millet olarak birliğimizi hem de devletimizin bekasını teminat altına almak için gerekli olan en birincil işimiz olmalıdır.
İkincisi, PKK lideri Öcalan'la yapılan görüşmelerin yalnızca silah/dağ sorununu çözmekle alakalı olduğu, bunun sonucunda hepimize kazandıracak kalıcı bir barışı sağlayarak silah yerine siyasetin ikame edileceği devlet ve toplumla gönüllü bütünleşmeyi sağlamakla alakalı olduğu gerçekliği asla unutulmamalıdır.
O birilerinin iddia ettiği gibi, Öcalan'ı/PKK'yı Kürtlerin temsilcisi olarak görüp Kürtlerle ilgili atılacak adımlarda Öcalan'ın/PKK'nın muhatap alındığı bir süreç değildir bu.
Zaten Öcalan'ın 27 Şubat deklarasyonunda da ne "Kürt sorunun çözümü" gibi bir amaç ortaya konulmaktadır ne de Kürtlerin haklarıyla veya geleceğiyle alakalı talepler söz konusu edilmektedir.
Demokratik siyaset yoluyla elde edilebilecek talepler için silahı şart görmek ne kadar gayrı meşru ve yanlış bir yol ise, silah bırakmanın şartını buna bağlamak da bir o kadar gayrı meşru ve yanlış bir yoldur.
Bu anlayış temelinde ortaklaşmak, çözüm için olmazsa olmaz bir öneme sahiptir.
Burada devlet/hükümet/meclis olarak yanlış yapmamak adına şu ayrımı unutmadan yol yürümek gerektiğini önemle hatırlatmak isteriz:
Türk-Kürt ittifakı için gerekli olan adımları atmaktan zinhar kaçınmamalıyız.
Kürt vatandaşlarımız için gerekli olan demokratik ve kültürel adımları PKK/silah sorunundan bağımsız olarak atmaktan kaçınmayan bir irade ortaya koymalıyız ki kardeşlik iddiamızda samimi olduğumuz tartışmaya açılmasın.
İnanıyoruz ki devletimiz/hükümetimiz/meclisimiz bu ayrımlar ekseninde atılması gereken adımları cesaretle atıp bu kanlı sorunumuzu ebediyen tarihe uğurlayacaktır.
"ÖLÜM YERİNE HAYATI SATIN ALMAK İÇİN ÖNERİMİZ"
Saygıdeğer Heyet Üyeleri,
Dağı bütünüyle boşaltmak, kalıcı ve adil bir barışı sağlamak, asırlık kardeşliğimizi ve birliğimizi ortak akide, tarihdaşlık ve kaderdaşlık temelinde pekiştirmek için önümüzde son bir şans duruyor.
Bu tarihi fırsatı kaçırmamalıyız.
İzninizle çözüm önerilerimizi sözün burasında yüce heyetinize saygıyla arz etmek istiyoruz.
Ölüm yerine hayatı ikame etmek için evvela dünü dünde bırakmamız gerekiyor. Düne takılanlar bugünümüzü heba ederler ve kazanımcı yarınlar inşa edemezler
Yaşanan tüm acıları ortak acımız olarak görmemiz gerekiyor.
Birbirimizi incitmeyen, örselemeyen ve ötelemeyen, tam tersine birbirimizi kazanmayı amaçlayan bir dil ve anlayış üzre olmamız gerekiyor.
Birbirimizden özür dileyerek birbirimizle kucaklaşmayı ve en önemlisi de birbirimizi affetmeyi bilmemiz gerekiyor.
Birbirimizle hesaplaşmak yerine birbirimizle helalleşmeyi başarmamız, dünü dünde bırakıp bugünü ve yarını birlikte inşa etmeye yönelmemiz gerekiyor.
Bu sürecin toplumun bütün kesimleri tarafından sahiplenilmesi, barışın hem vicdani hem de milli temellerini güçlendirecektir.
Bu noktada annelerimizin şefkati, gençlerimizin inancı ve sivil toplum kuruluşlarımızın gayreti büyük önem taşımaktadır.
Çünkü anne, hangi kimlikten olursa olsun, evladının geleceğini huzur ve güven içinde görmek ister.
Annelerin duası, bu topraklarda barışın vicdanı ve merhametidir.
Gençlerimiz, geçmişin acılarını değil, geleceğin umudunu büyüten bir kardeşlik kuşağının taşıyıcısı olacaktır.
Sivil toplum kuruluşlarımız ise toplumun farklı kesimlerini bir araya getirerek birliğin sahadaki sesi, kardeşliğin vicdandaki nefesi olacaktır.
Kalıcı barış, annelerin duasıyla, gençlerin inancıyla ve milletimizin el birliğiyle hayat bulacaktır.
Gönüllü bir büyük buluşmayı ve bütünleşmeyi sağlamak için sorunu kökten cesaretle çözmeye yönelmemiz gerekiyor.
Bu bağlamda yüce heyetinize şu somut önerilerimizi sunmayı tarihi bir vazife biliyoruz.
-Dağı bütünüyle boşaltmak ve dağ sorununu çözmek için silahlarını bırakıp gelmek isteyenlere ülkelerine ve evlerine dönüş yolunun açılmasını sağlamak gerek. Bunun için gerekli olan yasaların ve hukuki düzenlemelerin hiç bir tevile mahal bırakmayan bir açıklıkla yapılması şart.
Bu işlem etap etap gerçekleştirilebilir.
İlk etapta Sn. Bahçeli'nin belirttiği üzere suça karışmayan unsurların gelişleri sağlanmalıdır.
Nihai amacımız, silahların tümüyle yakılıp gömülmesi sonrasında dağdaki unsurların kademeli ve kontrollü bir plan çerçevesinde devletle ve toplumla bütünleşmesini sağlamak olmalıdır.
Dağı bütünüyle sorun olmaktan çıkartmak için köklü çözümden korkmamak lazım.
Geriye süreci enfekte edecek unsurların bırakılmamasına dikkat etmek, "Terörsüz Türkiye" projesinin başarısı için hayati öneme sahiptir.
-Fesih ve silah bırakma işleminin tamamlanması halinde örgüt aidiyeti, iltisakı, yardım-yataklık ve propaganda suçlarından ötürü cezaevlerinde bulunan unsurları topluma yeniden kazandıracak hukuki düzenlemenin yapılması.
-Yurtdışında benzer nedenlerle bulunan unsurların evlerine dönüşünün sağlanması.
Bu unsurlar için belirlenmiş makul bir kontrol ve denetim sürecinin sonucunda siyaset yapma hakkının tanınması.
Kazanımcı hukuki düzenlemelerle sorunların siyaset yoluyla çözümlenebileceği, tek çözüm yolunun demokratik ikna ve diyalog yolu olduğu görüldüğünde, gayrı kimsenin aklına ne silah gelir ne de şiddet.
Silahlarla birlikte silah kadar tehlikeli olan fikirlerimizi ve önyargılarımızı da toprağa gömmemiz gerekiyor.
Eski Türkiye'nin bizi birbirimize hasım kılan ezberlerini de tarihe uğurlamamız gerekiyor.
Fesih ve silah yakma işlemi için güçlü ve gönüllü bir irade ortaya konulmuşken terör ve terörist retoriğinin dışında kazanımcı bir anlayış inşa etmemiz gerekiyor.
Bizi birbirimize düşman kılacak veya sorunu çözümsüzlüğe itecek dilden uzaklaşmamız gerekiyor.
Birbirimizi farklılıklarımızla beraber kendinden bilen sahici bir anlayışı somut bir pratiğe dönüştürdüğümüzde inanıyoruz ki hepimize ve ülkemize kazandıracak bir yeni döneme de pek yakında evrilmiş olacağız.
Bunun için birbirimize inanmamız şart.
Birbirimize güvenmemiz şart.
Bu inanç ve güven iklimini oluşturduğumuzda çözüm kendiliğinden gelecektir.
Barışın kalıcılığı yalnız siyasetin değil, insan vicdanının ve ortak bilincin de desteğiyle mümkündür.
Bu süreçte toplumu bilgilendiren, yönlendiren ve ortak hakikati görünür kılan bütün alanların — özellikle basının, akademinin, sanatın ve düşünce dünyasının — büyük bir sorumluluğu vardır.
Barışın dili; haberlerde, ekranlarda, yayınlarda ve gündelik hayatta da inşa edilmelidir.
Ayrıştıran değil, birleştiren bir dilin çoğalması; öfkenin yerine umudu, ayrışmanın yerine birleşme bilincini koymak hepimizin ortak görevidir.
Gerçek barış, ancak toplumun her katmanında yankı bulduğunda ve ortak vicdanda kök saldığında kalıcı olur.
Bizim kendi aramızda çözemeyeceğimiz hiç bir sorunumuz yoktur.
Dahası ve en önemlisi, bu kanlı sorunu birlikte çözdüğümüzde hepimize ve ülkemize gerekli olan demokratikleşme adımlarını atmamak için de hiç bir sebep kalmayacaktır.
Ve o zaman göreceğiz ki attığımız bu adımlar ülkeyi bölmeye değil bütünleştirmeye yarıyor. Milletimizi parçalamaya değil daha iri ve diri kılmaya yarıyor.
"SURİYE'DE YANLIŞA İZİN VERMEMELİYİZ"
Sayın Komisyon Üyeleri,
Benim de AK Partili bir milletvekili olarak içinde bulunduğum geçmişteki çözüm sürecimiz Suriye'de sabote edildi.
Başarıyla son düzlüğe taşıdığımız ikinci sürecimiz Suriye'de tekrar sabote edilmek isteniyor.
Buna izin vermeyen bir siyasal aklı kuşanmanız gerekiyor.
Zira bu bizim son şansımız.
Türkiye'nin bu kanlı sorununu çözerek bölgesel ve küresel bir aktör olmasını istemeyen malum güçlerin oyunu bozmak için birlikte hareket etmemiz şart.
Sürecin başarısını isteyen herkes birlikte hareket etmelidir.
Özellikle İsrail'in sürecin başarısı halinde kendisi için güçlü bir Türkiye'nin tehdit oluşturacağını görmesiyle başlayan sabotaj girişimleri konusunda tüm tarafların birlikte oyun bozucu rol üstlenmeleri şart.
Suriye sahasında sürecin sabote edilmesine kesinlikle izin verilmemelidir.
İsrail Suriye'de bir iç savaşı körüklemek istiyor.
Ahmed Şara yönetiminin bu oyunu bozacak herkesin temsiline açık ve herkesin anayasal haklarını güvence altına alan demokratik bir Suriye oluşturmasına ve bu bağlamda Suriye'nin toprak bütünlüğüne ve siyasi birliğine önem veren bir yerde durmamız ne kadar gerekliyse, SDG'nin gönüllülük temelinde sisteme dahil edilmesini sağlayıcı bir konumda işlevsel olmamız da bir o kadar gereklidir.
Suriye yönetimi ile SDG arasında çıkan sorunları çözen ülke biz olmalıyız.
Tarih ve akidemize bize böyle bir sorumluluk yüklüyor.
Başlattığımız süreç, sadece Türkiye'yi değil Suriye'yi de kapsıyor. Dahası, tüm bölgeyi içeriyor.
Suriye'nin çözümü hem tarihi konumu, hem sosyolojisi, hem de yaşanılan uzun iç savaş dolayısıyla farklı kırılganlıkları ve güvensizlikleri özünde barındırdığı için farklılıklar arz ediyor.
Bu konuda daha diyaloga açık kazanımcı, kuşatıcı ve bir o kadar da sabırlı ve anlayışlı bir siyaset izlememiz son tahlilde bize büyük kazanç olarak geri dönecektir.
Suçlayıcı ve düşmanlaştırıcı dil, süreci bozmak isteyen İsrail'in işine yarar.
Suriye'de hiç bir grup kendini dışlanmış hissetmemelidir.
Kaba kuvvetle birlik sağlanmaz.
Dışlayarak bütünlük sağlanmaz.
"Hepimiz eşitiz Türkiye!" anlayışını ""Hepimiz eşitiz Suriye!" anlayışına dayalı bir Suriye siyasal mimarisine dönüşmesini sağlayabilirsek, işte o zaman hem toprak ve siyasi bütünlüğü sağlanmış bir Suriye'nin oluşmasına katkı sağlamış oluruz hem de başlattığımız sürecin Suriye ayağını da sorunsuz ve kansız bir biçimde çözmüş oluruz.
Suriye Kürtlerini Öcalan'ın yeni paradigması doğrultusunda devlet ve toplumla bütünleştirmeyi farklı bir çözüm modeliyle pekala başarabiliriz. Dahası ve en önemlisi Suriye Kürtlerini de bir bütün olarak yüzünü sadece Şam'a değil belki de Şam'dan daha çok Türkiye'ye döndürebiliriz.
Çünkü biz inanıyoruz bir bütün olarak bölge Kürtlerinin tercihi de, yönü de, kalbi de Türkiye'den yanadır.
Çünkü onlar farklı ulusal sınırların içinde yaşıyor olsalar bile Türkiye'yi kendi vatanları olarak görmektedirler.
Bu aidiyet duygusu asırlık kardeşliğimiz ve birliğimiz için hayati önemdedir.
O yüzden bu aidiyet duygusunu örseleyecek söz ve davranışlardan kaçınmak, hem sürecin başarısı hem de İsrail'in tuzağını bozmak için olmazsa olmaz bir öneme sahiptir.
Sayın Bahçeli'nin bu meyanda Öcalan'ın SDG'ye yeni bir çağrı yapması gerektiğine dair önerisi yerindedir.
Yüce heyetinizin Öcalan'la görüşmesi inanıyoruz ki bu sorunun çözümüne önemli bir katkı sağlayacaktır.
Bir kez daha önemle hatırlatmak isteriz ki Öcalan'ın çağrısı SDG'yi de kapsamaktadır. "PKK ayrı, SDG ayrı söylemi doğru değildir. Sadece Suriye'deki entegrasyon süreci Türkiye'dekinden farklı bir çözüm gerektiriyor.
Suriye'de tüm unsurların demokratik temsiline açık güçlü bir merkez oluşturulduğunda ve bu yeni Suriye'nin herkesin haklarını güvenceye alan bir anayasası benimsenip ilan edildiğinde merkez-yerel yönetim ilişkilerinin idari temelde yerel topluluğun sağlık, eğitim vb alanlarda kendini yönetmesine olanak sağlayacak biçimde tanzim edilmesi bölünmeyi değil bütünleşmeyi derinleştirir.
Tek devlet-tek bayrak-tek ordu formülü Türkiye'nin önderliğinde demokratik müzakerelerle pekala sağlanabilir.
Bu süreçte farklı önerileri peşinen reddetmeyen ve dayatma siyaseti izlemeyen demokratik bir müzakere süreci eminim ki Türkiye'nin öncülüğünde herkesi memnun edecek bir çözüme kavuşturulabilir.
Türkiye'nin sözü sözdür çünkü.
Türkiye'ye güvenen kazanır.
Türkiye ile yol yürüyen de kazanır.
Türkiye bir tarafın değil her kesimin emin olabileceği kudretli ve şefkatli bir büyük devlettir.
Suriye'de gönüllülük temelinde değil zorakilik temelinde birlik sağlama cihetine gidilmesi halinde bir büyük felaket kaçınılmaz hale gelir.
Bu yüzden Öcalan'ın SDG'yi Türkiye'deki sürecin ruhuna uygun bir biçimde Suriye'deki merkezi sisteme dahil etme ve arzulanan gönüllü entegrasyonu sağlama yönündeki çağrısının biz de Sn. Bahçeli gibi hem gerekli hem de yararlı olacağına inanıyoruz.
10 Mart mutabakatı SDG'nin silah bırakmasını değil, yönettiği bölgedeki idari ve askeri kurumlarıyla beraber yeni Suriye devletine gönüllülük temelinde entegrasyonunu amaçlıyor.
Bunun için Suriye yönetiminin ilk üç maddede taahhüt ettiği şartları bir an önce yerine getireceğine dair bir pratik ortaya koymasını da teşvik etmek gerekir.
Biz Demokrasi ve Birlik Derneği olarak Sn. Bahçeli'nin talebi doğrultusunda Öcalan'ın yapacağı çağrıyla ve Türkiye'mizin 10 Mart mutabakatının bir bütün olarak uygulanmasını sağlayacak katkılarıyla Suriye'de sürecimizi sabote etmeyi planlayan İsrail'in tuzağının boşa düşürülebileceğine yürekten inanıyoruz.
SDG'yi düşmanlaştıran anlayışın da, Şam'la bütünleşme sürecini Kürtlere ihanet olarak görüp bu süreçte İsrail'le iş tutup etnik bir federasyona sahip olmayı ısrarla salık veren azınlıkçı grubun anlayışını da zararlı ve tehlikeli buluyoruz..
Birinci anlayış Şam'la beraber Türkiye'ye, ikinci anlayış da Suriye Kürtlerine kaybettirir.
SDG içindeki veya çevresindeki azınlıkçı güruhun anlayışına bakarak topyekûn SDG'yi "İsrail'in uşağı" diye suçlamak, İsrail'in oyun planına hizmet eden ve sürecimize de zarar veren bir yaklaşım tarzıdır.
Bu yaklaşım üzerinden Türkiye'yi SDG'nin üstüne sürüp sorunu askeri yollarla çözmek gerektiğini salık veren süreç bozguncusu kişi ve çevrelerin telkinlerini de kapı dışarı etmek, sürecin selameti açısından en gerekli davranıştır.
Yüce heyetinize son sözümüz şudur:
Biz bu kez başaracağız.
Birlikte başaracağız.
Tünelin ucundaki ışık çoktan göründü.
Şimdi cesur adımlarla süreci taçlandırma vaktidir.
Tarihi fırsatı tarihi kazanıma dönüştürmek bizim elimizde.
Tam da o eşikte duruyoruz.
Süreci uzatmadan cesaretle adım atmalıyız.
İçeride Türk-Kürt ittifakını, Suriye'de ve Irak'ta da Türk -Kürt-Arap ittifakını gerçekleştirerek birlikte yeni bir tarih yazabiliriz.
Yeni bir döneme kapı araladık.
Şimdi cesaretle adım atma vaktidir.
Güvensizlik iletine yenik düşmeden birbirimize güvenerek yol yürümeliyiz.
Birbirimizin hassasiyetini kaşımayan ortak bir hat inşa etmeliyiz.
Süreci yürüten tarafların milletimizin hassas olduğu konularda kaşıyıcı ve kışkırtıcı bir fil kullanmamaları, ortak bir güven iklimin oluşması için elzemdir.
Çözüm odaklı bir duyarlı ve sorumlu dil inşa etmek yerine şayet herkes kendi tarafının hassasiyetine oynayan sorunlu dil üzerinden yol yürürse, çözüm için gerekli olan güven iklimi oluşmaz.
Gün meclis kürsüsünden veya başka kürsülerden o eski Türkiye'nin ağzıyla nara atma veya kendimizi gösterme günü değil, hassasiyetlerimizi ortaklaştıran ve bizi birbirimizle bütünleştiren dili kuşanma günüdür.
Bu bağlamda Öcalan merkezli sözlerden uzak durmak, çözüme katkı sağlayacak Öcalan'ı sorunun kendisine dönüştürmek gibi bir yanlıştan kaçınmak demokratik siyasetin görevi olmalıdır.
Birbirimizi affedebildiğimizi/affedebileceğimizi göstererek yeni dönemin inşasını hızlandırabiliriz.
Sembolik küçük adımlar, büyük adımları beraberinde getirir.
"Ben yaptım sıra sende! Sen tamamına erdirirsen ben gereğini yaparım!" türünden lafları ne aklımızdan geçirmeliyiz ne de dilimize dökmeliyiz.
Sürecin başarıyla hitamı için gerekli güven pratiğini acilen oluşturmak, hayati önem arz ediyor.
Komisyonunuz bu pratiğin oluşması için tarihi bir misyona sahip.
İnanıyoruz ki hazırlayacağınız rapor doğrultusunda yüce meclisimiz bir devlet projesi olarak yürütülen "Terörsüz Türkiye" projesinin başarısı için gerekli olan siyasi ve hukuki altlığın oluşturulması için cesaretli adımları atmaktan kaçınmayacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi ifa ettiğiniz bu tarihi görev dolayısıyla bir kez daha derneğimiz adına saygıyla selamlıyor ve çalışmalarınızda başarılar diliyoruz."Şeklinde konuştu.